20 Haziran 2013 Perşembe

CEEEEEEEEE!...


BENİM SÜPER GÜÇLÜ SÜPER KAHRAMANIM


SEVGİN İÇİMDE YANAN BİR ATEŞ


BU PARÇA ALTUN VE ELMAS İLE YAZILSA LİYAKATİ VAR


CENNET UCUZ DEĞİL CEHENNEM LÜZUMSUZ DEĞİL


ASKERLİK ANILARIM

                  Sene 2004.... Nisanın 12'si.... 25 yaşımdayım, askerlik için Afyon'dayım... Çapraz nöbet tutan askerlerin arasından geçerek, ürkek ürkek çim kokan askeri birliğin içine giriyorum. "Haaa... bi tane daha geldi!" diyerek beni karşılayan rütbelerini ve kim olduklarını bilmediğim yeşil kıyafetli, müstehzi bakışlı kişilere evraklarımı teslim ediyorum.
                   Günler günleri süründürüyor, yani kovalamıyor... O kadar hızlı geçmiyor günler.... Bir çarşı izninde hatıra defteri alıyorum... Bir şeyler çiziyorum bu deftere... Aşağıdaki çizgiler o zaman ve zeminlerde bulunan, yeşil kıyafetli, siyah botlu, metruş bir askerin kaleminden çıktı...
ŞAN VE ŞEREFLE DOLU 158 GÜN İÇERİSİNDE VATANI SAVUNMAYI ÖĞRENDİK.
KULE NÖBETİ TUTTUK.
NÖBET BİTİMİNDE MUTLULUĞUN IŞIKLARINI ÖĞRENDİK.
BÜYÜKLERİMİZE İTAAT ETMEYİ ÖĞRENDİK.
AKRABALIK İLİŞKİLERİNE YENİ BİR GÖZLE BAKTIK.
PEK ÇOK SANATTA İHTİSAS YAPTIK: KÜREK SALLAMA, OT YOLMA, ÇİM BİÇME....

ACİL MÜDAHALE MANGASINI TANIDIK. YANİ AMeMe...
ORİJİNAL TABİRLERİ ÖĞRENDİK, ÇOK ACAYİP...

HER ŞEYİN BİR TALİMATININ OLDUĞUNU, OLABİLECEĞİNİ ÖĞRENDİK.

NÖBET YAZMAYI ÖĞRENDİK, DAHA DOĞRUSU BEN ÖĞRENDİM...
HERKES UYURKEN DEFTER-KALEMLE SOHBET ETMEYİ ÖĞRENDİK.


BİR GÜNÜ BİR SENE GİBİ DOPDOLU YAŞAMAYI ÖĞRENDİK.
TİNSEL DAĞARCIĞIMIZA YENİ KAVRAMLAR EKLEDİK.
BURASI 8. BAKIM MERKEZ KOMUTANLIĞI
YAZAN/ÇİZEN NÖBET YAZICISI MUSTAFA ALİ ERDOST




ÇAMLIBEL İLKOKULU

ÇAMLIBEL İLKOKULU VE BİNASI Pencereden bakıp okula giden arkadaşlarıma gıpta ile baktığımı hatırlıyorum. Ayhan, Turan, Oğuzhan... hepsi okula başlamışlardı. Ben yaşça bir yaş küçüktüm onlardan veya vücutça çok çelimsiz ve zayıf olmamdan göndermemişlerdi beni. Anne ve babamla bir gün Tokat Merkeze, anneme ayakkabı almaya gittiğimizi ve ayakkabıcının rafında asılı olan, üzerinde trafik işaretleri resimleri bulunan bir çantayı, babama zorla aldırdığımı da iyi hatırlıyorum... Okula göndersinler diye. Ama yine de kayıt etmemişlerdi beni.
Azmin elinden hiç bir şey kurtulamaz...O yıl, yani 1984'te, ablam 5. sınıfta okuyordu. Onunla beraber Sebati Hoca'ın 2. katta, merdivenlerin karşısındaki odasına giderek kayıt ettirmiştim kendimi. Nüfus cüzdanı falan yoktu, öyle beyanla kaydetmişlerdi. Sonra okula başladığım ilk gün, okulların açılmasından sonraki 2. hafta, o zamanlar gözüme çok büyük ve geniş görünen okulun hemen önündeki beton zeminli bahçede sıra olmuş ve içeri girmiştik. Ayakkabımı çıkarmaya çalışmıştım girerken, kimse çıkarmayınca şaşırarak ve biraz da korkarak içeri girmiştim.
Sebati Hoca’nın büyük, altın yüzüğünü hatırlıyorum. Çocukları döveceği zaman yüzüğün kaşını çevirir, tokatı patlatırdı. Sonraları onun bu hareketini, yüzüğünde iskelet resmi bulunan ve yumruk attığında hasımlarının yüzünde iskelet damgası çıkartan çizgi roman kahramanı Kızıl Maske’yle özdeşleştirirdim hep.
Okulun arkasındaki tuvaletleri hatırlıyorum. Sağdaki kapı erkekler, soldaki kızlar içindi. Bir veya iki defa gitmiştim o pis, susuz tuvaletlere… Tiksindiğimden… İhtiyaç olunca koşarak eve giderdim.
Yeni binanın yapıldığı zamanı hatırlıyorum. Kiremitlerini, odunlarını sıraya girip öğretmenlerin bize taşıttırdığını.
Bahçedeki kavak ve meyve ağaçlarını hatırlıyorum. Asker gibi dizilmiş, minare boyunda kavaklar.. Baharda meyvelerini daha hamken aşırdığımız elma ağaçları, kirazlar, erikler… Sonra okul yapılacak, lojman olacak diye kesmişlerdi güzelim ağaçları.
Ahmet Turan Ünver vardı, bizim sınıfı birden dörde kadar okutmuştu. Başına masaj yaptırırdı hep.. Bir de parmaklarını çektirip, çıtlattırırdı. Çok disiplinliydi, hepimizin ödü kopardı ondan. Herkese dayak atardı. En çok da Hacarif’e ve kamyon Recep’e. Bir gün masaya kaldırıp “Adını yaz!” demişti çocuğa. Hacarif, herkesin ona seslendiği gibi “Hacarif” yazmıştı tahtaya. Ardından da hocanın gazabına uğrayıp iyi bir dayak yemişti. O gün, Hacarif’le birlikte hepimiz öğrenmiştik öğretmenizden, Hacarif değilmiş aslında Hacarif’in adı, “Hacı Arif”miş.
Sonra Celal Hoca devralmıştı sınıfı, arada birkaç öğretmen de gelip gitmişti. Celal Hoca, Ahmet Ünver’in tam tersine, çok yumuşak, sevecen bir adamdı. Artık korkmadan parmak kaldırıp, bir şeyler söyleyebiliyorduk. Bir bayram günü evine gidip, onu yatağından kaldırarak elini öpmüştüm, o da çok duygulanıp bana zorla para vermişti.
Caminin çeşmesinde iki boru vardı, elimizi tutup, sıkıştırarak su püskürtürdük birbirimize… Ta hoca veya yaşlılardan biri bizi kovalayana kadar. Hafta sonları, okulu çevreleyen duvarın üzerinde dolaşırdık. Okulla tuvalet arasında mehlep ağaçları vardı. Meyvelerini yiyemezdik, acı olurdu. Ağaçların duvara yakın olanların dallarına, duvarın üzerine çıkarak atlardık. Tarzancılık oynardık böylece. Bahçedeki futbol maçlarımız doyumsuz olurdu. Gol krallığı yarışı yapmıştık senenin birinde. Ben ikinci, Turgay Çiçek birinci olmuştu.
Senenin ilk günlerini hatırlıyorum. Heyecanla bahçede kolkola dolaştığımızı.. Bir alt sınıflara “abi” olduğumuzu düşünerek sevindiğimizi.
Senelerce inşaat halinde kalan lojman ve yeni binanın, içine girerek oynadığımız oyunları hatırlıyorum. Ve daha pek çok şeyi…
Çocukluğumun beş senesi geçti o binada. Diğer yüzlerce çocuk gibi…
Eski, küçük, yuvarlak pencereli bina olarak görmeyin onu. Hayatımızın, şu an için ölmüş yüz binlerce hatıralarını, en büyük sergüzeştini temsil eden bir mezar taşıdır belki. Onların manevi büyük şehri üstünde kurulmuş, küçük bir işaret taşı.

19 Haziran 2013 Çarşamba

TÜRBANLI AVUKAT

                    Geçtiğimiz günlerde türbanla ilgili olarak Danıştay'dan bir karar çıktı. Karar içeriği sonucunda, serbest meslek erbabı avukatların duruşmalara türbanlı olarak katılabilmelerinin önü açıldı. Ancak bir kısım hakimler, halen direnmekte.... Bu kararlardan belki de en ilginci Ankara 11. Aile Mahkemesi Hakimi'nin verdiği karar oldu. Kararda hem türbanlı avukatın duruşmaya girmesi engellenmekte, hem de avukatın müvekkiline (iş sahibine) bildirim yapılmasına karar verilmektedir. Yani vatandaşa "Ne işin var türbanlı avukatla, bayan olacaksa git açık bir avukat bul, o girsin duruşmana!" denilmektedir.
                    Bu konu elbette ki hukuk dünyasında da tartışılmaktadır. Hakim, savcı ve avukatların bir forum sitesi olan "adalet.org"dan konu ile alakadar açılmış forum başlığı altında güzel tartışmalar yaşanıyor. Bu tartışmaları burada bilgilerinize sunuyorum.

Hakim Mustafa Karadağ Hürriyet’e konuştu SAADET Partisi (SP) Genel Başkanı Mustafa Kamalak’ın türbanlı avukat eşi Zübeyde Kamalak’ı duruşmaya almadığı için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) hakkında inceleme başlattığı Ankara 11. Aile Mahkemesi Hakimi Mustafa Karadağ Hürriyet’e konuştu.

Hakim Karadağ, “Bizim kimsenin kıyafetiyle bir sorunumuz yoktur. Bu işin (avukatların duruşmaya türbanlı girmesi) çözüm yeri yasama organıdır, Türkiye Barolar Birliği’dir” dedi.
/_np/6625/17986625.jpg
Yargıçlar Sendikası Genel Sekreteri de olan Hakim Karadağ HSYK’nın kendisiyle birlikte beş hakime daha türbanlı avukatları duruşmalara almadıkları için inceleme izni vermesine tepki gösterdi ve halk gibi yargı üzerinde de “korku imparatorluğu” yaratıldığını savundu. Karadağ şunları söyledi:

HSYK ÜYELERİ BAKANLIK BÜROKRATI GİBİ

“HSYK 2010 yılında yeniden yapılandırılmasından sonra sürekli Adalet Bakanlığı’nın bürosu gibi hareket etmiştir. Zira şu an HSYK üyesi olanları bakanlık listesine koyan kişi, o zamanın müsteşar yardımcısı ve şimdiki HSYK 1. Daire başkanıdır. HSYK üyelerinin sayın Başkana minnet borçları vardır ve göreve başladıklarından beri bakanlık bürokratı gibi davranmışlardır.

HALKTAN SONRA YARGIÇLAR

Bizler hukuki metinlere uygun davranıp, kararlar verdik, fakat HSYK, tam da SP Genel Başkanı Mustafa Kamalak’ın dediği gibi bizi ‘kürsüye çıkarmamak’ için ilk adımı atmış ve inceleme izni vermiştir. Siyasi aktörlerin yargıçlar üzerinden sorun çözme gayretinin bir parçası olmuştur. Bu nedenledir ki yargıç ve savcı meslektaşlarımız Yargıçlar Sendikası’na üye olmakta çekingen davranmaktadırlar. Sadece halk üzerinde değil yargıç ve savcılar üzerinde de bir korku imparatorluğu yaratılmıştır.

TESADÜF DEĞİL

Bir gazetenin 6 Haziran’dan beri sürekli aynı olayı değişik cümlelerle haber yaparak, gündeme getirmesi ve SP Genel Başkanı Mustafa Kamalak’ın televizyonda HSYK ve Adalet Bakanlığı üzerinden tehdit etmesinin ardından HSYK’nın başı kapalı avukatları duruşmaya almayan yargıçlar hakkında inceleme izni vermesinin bir tesadüf olmadığını düşünüyoruz.

ÇÖZÜM YERİ MECLİS VE TBB

Yargıçlar her zaman evrensel hukuk kurallarını uygulayacaklardır. Ne siyasi partilerin baskısı ne de Adalet Bakanlığı ve HSYK’nın inceleme-soruşturma yetkisini kullanmak suretiyle yarattığı baskı, yargıç ve savcıların hukuktan, yargı bağımsızlığından ve hukukun üstünlüğü ilkesinden sapmasına sebep olacaktır. Bizim kimsenin kıyafetiyle bir sorunumuz yoktur. Bu işin çözüm yeri yasama organıdır, TBB’dir. Yargıçlar Sendikası her türlü hukuksuzluğa karşı, yargıç ve savcılara yönelen inceleme ve soruşturma yapma şeklindeki baskılara karşı her zaman yargıç ve savcıların yanında olacaktır.”

KAYNAK: http://www.hurriyet.com.tr/gundem/23531534.asp  


HABERE YAPILAN YORUMLAR:

 İşine gelince yargıcım, hukuk yaratırım, işine gelmeyince, idare mahkemesi kararına rağmen, çözüm yeri TBMM...(B. Çevik -  C.Savcısı)

"Bu işin (avukatların duruşmaya türbanlı girmesi) çözüm yeri yasama organıdır, Türkiye Barolar Birliği’dir” dedi."
Bir hakim tarafından söylenmiş en talihsiz tespitlerden biridir.Ne diyeceğimi bilemiyorum ,biz hukuk hukuk diyelim sen hala yasama organı ve idari organlar çözü yeridir de e o zaman mahkemeleri kaldıralım başta da yüksek mahkemeleri...Madem Danıştay kararına uymam diyosun....AY 138/son.m hiç tınlamam diyosun ... (Ö.Polat-Hakim)


İmparatorluktan söz edilmişken bir kaç soru sormaktan kendimi alamıyorum.
1- Danıştay kararı sübjektif midir?
2- Av. Hanımın müvekkiline "başı açık avukat tut" demek nasıl bir anlayışın sonucudur?
3- Başın açık ya da kapalı olmasının insanların düşüncelerine etkisi ne ölçüdedir?
4- Hak ve özgürlüklerden bahsedilen şu günlerde Av. hanımın maruz kaldığı durum şiddet değil midir?(A.A.Süren - Avukat)


Başı kapalı insanların hiç bir makam ve mevkide bulunmaya hakkı olmadığı düşüncesinin ürünü olan bu davranışı kınıyorum.
Baş örtüsü simde değil inanış gereği örtülen bir şey olduğunu anlamaktan neden insanların korktuğunu anlayamıyorum. Saygı göstermek ve hoşgörülü olmak çok mu zor diye kendime sormadan edemiyorum. Hoş görü isteği çok mu?
Bir soru daha; Herkesin tek tip giyindiği ve düşündüğü bir toplumda mı yaşamak istiyorsunuz?
Antakya da 1 yıl yaşamış bir insan olarak şunu kesinlikle söyleyebilirim Farklılıklarımız en büyük zenginliğimizdir. Bu zenginliklerden arınmak isteyenlere bir mesajım var "Dünya küçülüyor, isteseniz bile arındırılmış bir ortamda yaşayamazsınız" :) (A.A.Süren - Avukat)


yasaklayan bağlayıcı bir düzenleme var da bizim mi haberimiz yok acaba? (M.Alçay - Hakim)

Özgürlükler ve insan hakkının olduğu yerde hakkımda özgürlüklere müdahale ettiğim gerekçesiyle değil,o özgürlükleri koruduğumdan dolayı bir tasarruf yapılmasını isterim.
Taktir hakkı,yasaları yorumlamada ilk kriter insanın özgürlüğü olmalıdır.Türbana karşı olan direnç aslında o dirençle elde edilmek ve korunmak istenen değerlere daha çok zarar veriyor.Demokrasi diyorsun,çağdaşlık diyorsun,insan hakkı diyorsun ama bir taraftan da o başındaki türbanı çıkar diyorsun.Bu çağda artık bu sesleniş insanı aslında çağdaşlıkdan uzaklaştırıyor.Türbanlı olanın birinin başını açtırıyorsun hemen onu çağdaş yapıyorsun.Kapının önüne kadar türbanı ile gelebiliyor.5 dakika sonra dışarı çıkınca türbanını takabiliyor..
İnsanların kendilerini tanımlamalarının önündeki engelleri açınız.Kim kendini nasıl tanımlamak istiyorsa o şekilde tanımlasın.Ve artık bizler başka özgürlükler için mücadele edelim.Başkalarının özgürlüklerine müdahale ederek bu toplumda bir özgürlük mücadelesi yapılamaz.
Ancak bu ve benzer olaylar da HSYK nun dengeyi iyi ayarlaması gerekir.Sanki taraf olarak,düşüncesinin karşıtı gördüğü hakim ve savcılara baskı olacak davranışlardan kaçınması gerekir.
(A.Başar - Hakim)

Bu mantığı göre, bir şeyin yasak olması asıldır...
Onu yasaklıktan ancak TBMM vs .gibi genel düzenleyici işlem yapan kurumlar çıkarabilir...
Bu durumda tatlıdan sonra su içmek, yada balığın yanında ayran içmek le ilgili bir norm bulunmadığına yasak mıdır?
Ben olsam gayet medeni ve cesurca "kardeşim, başörtülü kadına tahammül edemiyorum, laiklik itikadıma ters bir çağrışım yapıyor...elimde gelse tüm yurtta ve KKTC ile dış temsilciliklerde bile yasaklarım, ancak hükmüm şimdilik sadece iki duvar arasındaki bu duruşma salonunda geçiyor" diyerek,hiç olmazsa muhataplarımın zeka ve algı düzeyine hakaret etmezdim...
Demek ki asılolan özgürlük arayışı değilmiş...
Benim yasağım seninkinden daha evladır tavrından ibaretmiş...
Yoksa insanların kendi minimal iktidar adacıklarında bu kadar yasakperver kesilmeleri ne ile izah edilebilir?
(A.Yaman - Yargıtay Üyesi)

Sahici sorun yok ki çözüm yeri ola.
Suni sorunlara yol açıp sonra da çözüm adresi için başka yerin adres gösterilmesini şaşkınlıkla karşıladığımı ifade etmek isterim.
Özgürlüklerin, demokrasinin, hukuk devletinin, temel hak ve hürriyetlerin ilk ve değişmez sığınağı-limanı adliye saraylarıdır. Hakim hiçbir zaman dosyası ile ilgili olmayan ve dosyasına bir faydası da olmayacak dosya dışı etkenleri duruşmada gerekçe göstererek tarafları ve taraf vekillerini duruşma salonu dışına çıkartamaz ve duruşmaya almamazlık edemez.
Kadın bir avukatın giyim kuşamına bakıp müvekkiline yeni bir avukat tut, avukata bir daha bu tür kıyafetle duruşmaya gelme, baroya disiplin soruşturması aç, savcılığa dava aç türünden ara kararlar, bildirimler, duyuruların yasal bir zemini yoktur , evrensel hukukta HİÇ KARŞILIĞI yoktur.
Sonuç olarak üzücü bir durum. Kadın avukatın kıyafeti sorun olamaz ve sorun varmış gibi de kadın avukatların mesleklerini ifa etmesi yok sayılamaz, engel çıkartılamaz. (A.Kezer - Hakim)


Adliyeler kişilerin bizzat ya da avukatları aracılığıyla hak ve adalet arama yeridir.
Avukatın görevi müvekkilinin hakkını aramaktır.
O hakkı ararken kendi inancını da teşhir-tescil isteyemez.
Hakimlerin görevi duruşmayı idare etmek, duruşma salonunda o duruşmaya ait olmayan her tür gösteriyi red , yasalar doğrultusunda engelleme ve o duruşmada yasalara uygun karar vermektir.
bir avukat kendi yasal görevinin önüne geçen inancının da -gereği olduğunu ileri sürdüğü şeklin de orada tescilini-kabulunü isteyemez.
Meslektaşımızı "özgürlükler" kılıfı ile lince hazır ne çok meslektaşım var.
İşte bu nedenle "sarı öküz" lerinizi alıp alıp duruyorlar sizden.
Sıra size gelecek.
Mutlaka.
Avukatların kılık kıyafetini de düzenleme -belirleme yetkisi elbet yasa ile yeki verilen BARO'lar BİRLİĞİ'ne ait.
Çünkü malum olduğu üzere Danıştay'da yürütmesi durdurulan yönetmeliği çıkaran merci Barolar Birliği.
O yönetmeliğin çıkarılmasına yetki veren yasayı çıkartan da TBMM.
İptali istenen hükümse avukatların kimliğine yapıştırılacak olan fotoğrafın niteliği.
Avukatların duruşmalara nasıl gireceğine ilişkin hüküm değil.
Seviyorum sizin bilgisiz, birikimsiz linç eylemlerinizi.
Yaptığınız işi bir de bir meslek erbabı yapar, kendine yontar sadece nalıncı keseri gibi.
(Ü.Çankaya - Hakim)

Ü.Çankaya'ya Cevap:Bilgisiz,birikimsiz olup olmadığımıza karar verecek makam ve yetkiniz yoktur.TBB VEYA MECLİSİN NE YETKİSİ OLDUĞUNU DA BİLİYORUZ HUKUK DEVLETİ İLKESİNİ DE BİLİRİZ DE ...
T.C.
D A N I Ş T A Y
SEKİZİNCİ DAİRE
Esas No : 2012/5257
Davacı ve Yürütmenin Durdurulmasını İsteyen
Davalı : Türkiye Barolar Birliği
Vekili : Av.
Davanın Özeti : Davacının, davalı idarenin avukat kimliklerinin yenilenmesine ilişkin kararı üzerine, avukatlık kimliğinin yenilenmesi istemiyle yaptığı başvurunun Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 20. maddesi uyarınca reddedilmesine ilişkin 3.11.2011 tarih ve 5620 sayılı Türkiye Barolar Birliği işlemi ile bu işlemin dayanağı Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 20. maddesinin; kanunda ve yönetmelikte aksi yönde bir düzenleme yer almamasına rağmen Meslek Kuralları adı altında getirilen düzenlemenin, Anayasa'ya ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırı olduğu, çalışma hakkının engellendiği iddialarıyla iptali ve yürütmenin durdurulması istemidir.

Savunmanın Özeti : Dava konusu işlemin yargı kararları doğrultusunda tesis edildiği, avukatlık mesleğinin bir kamu hizmeti olduğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına aykırı bir durumun bulunmadığı, davanın ve yürütmenin durdurulması isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hâkimi :
Düşüncesi : İstemin kabulü gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Sekizinci Dairesince işin gereği görüşüldü:
Dava; davacının, davalı idarenin avukat kimliklerinin yenilenmesine ilişkin kararı üzerine, avukatlık kimliğinin yenilenmesi istemiyle yaptığı başvurunun Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 20. maddesi uyarınca reddedilmesine ilişkin 3.11.2011 tarih ve 5620 sayılı Türkiye Barolar Birliği işlemi ile bu işlemin dayanağı Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 20. maddesinin iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle açılmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 27. maddesinin 2. fıkrasında, idari işlemin uygulanması halinde giderilmesi güç veya olanaksız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması koşullarının birlikte gerçekleşmesi durumunda yürütmenin durdurulmasına karar verileceği kuralı yer almaktadır.
Anayasamızın 13. maddesinde; "Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."; 24. maddesinde "Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir."; 48. maddesinde; "Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir... ", 90. maddesinde ise; "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir... Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır." kurallarına yer verilmiştir.
Düşünce din ve vicdan özgürlüğüne ilişkin olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 9. maddesinde ve Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmenin 18. maddesinde düzenlemeler yapılarak; hiç kimsenin, kendi seçtiği bir din ya da inanca sahip olma ya da bunu benimseme özgürlüğünü zedeleyecek bir baskıya maruz bırakılamayacağı, bir kimsenin kendi dinini veya inançlarını ortaya koyma özgürlüğüne ancak yasalarla belirlenen ve kamu güvenliğini, düzenini, sağlığını, ahlakını ya da başkalarının temel hak ve özgürlüklerini korumak için gerekli kısıtlamalar getirilebileceğine işaret edilmiştir. 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 1. maddesinde; "Avukatlık, kamu hizmeti ve serbest bir meslektir.", 9. maddesinde; "Ruhsatnameler ve avukat kimlikleri Türkiye Barolar Birliği tarafından tek tip olarak bastırılır ve düzenlenir... Avukat kimlikleri, tüm resmi ve özel kuruluşlar tarafından kabul edilecek resmi kimlik hükmündedir." ve 49. maddesinde; "Avukatlar, mahkemelere, Türkiye Barolar Birliğinin belirteceği resmi kılıkla çıkmak zorundadırlar." hükümlerine yer verilmiştir Türkiye Barolar Birliği Avukatlık Kanunu Yönetmeliği'nin 13. maddesinde;" Avukatlık ruhsatnamesi ve avukat kimliği, Türkiye Barolar Birliği tarafından tek tip olarak bastırılır ve düzenlenir. Türkiye Barolar Birliği, mesleğe kabul edilen adayın dosyasındaki bilgilere göre ruhsatnameyi düzenleyerek, soğuk damga ile fotoğrafını mühürler ve ruhsatname defterine kaydeder. Türkiye Barolar Birliği Başkanınca imzalanan ruhsatname, baro başkanı tarafından imzalanmak üzere barosuna gönderilir ve imza tamamlandıktan sonra ilgilisine verilir. Mesleğe kabul edilen adayın avukat kimliği de, ruhsatname ile birlikte ilgilisine verilmek üzere Türkiye Barolar Birliği tarafından düzenlenerek barosuna gönderilir...Türkiye Barolar Birliği tarafından tek tip olarak bastırılan ve barolardan gelen bilgilere göre düzenlenen kimlikler ilgilisine verilmek üzere barosuna gönderilir. Avukat kimliği resmi belge niteliğindedir.", 20. maddesinde de; "Avukatlar, mahkemelerde, Türkiye Barolar Birliği ve baro disiplin kurullarında görev yaparken ve avukatlık ant içme törenlerinde, Türkiye Barolar Birliğinin belirlediği resmi kılığı giymek zorundadırlar.
Türkiye Barolar Birliğince belirlenen resmi kılık, Türkiye Barolar Birliği ve baro genel kurullarında ya da yargı kuruluşları mensuplarının resmi kılıkları ile katıldıkları resmi Törenlerde de giyilebilir. Avukatlar, mahkemelerde münhasıran vekalet görevi ifa ettikleri davalar dışında resmi kılık giyemezler. Avukatlar, mesleki ve yargısal faaliyetleri sırasında meslek kurallarının 20 nci maddesine uygun davranmak zorundadırlar." kuralı yer almıştır.
Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 20. maddesinde ise; "Avukatlar ve Avukat Stajyerleri mesleğe yaraşır bir kılık ve kıyafetle başları açık olarak mahkemelerde görev yaparlar. Duruşmalara Türkiye Barolar Birliğince şekli saptanmış cübbe ile ve temiz bir kıyafetle çıkarlar. Erkek Avukatlar iklim ve mevsim koşullarının elverdiği ölçüde kravat takarlar." düzenlemesi hüküm altına alınmıştır.
Dosyanın incelenmesinden; İstanbul Barosuna kayıtlı olan davacının, Türkiye Barolar Birliği tarafından yürürlüğe konulan "Avukat Kimlik Kartı Baro Kart Entegre Akıllı Kart Basım Yönergesi" uyarınca kimliklerin yenilenmesine karar verilmesi nedeniyle 8.9.2011 tarihinde ön koşul olan parayı yatırarak davalı idarenin internet sayfası üzerinden başvurduğu, bir süre sonra yaptığı görüşmede başörtülü fotoğrafı nedeniyle isteminin kabul edilmediğini öğrenmesi üzerine; 28.9.2011 tarihli yazı ileişlemin değiştirilmesi ve tarafına kimlik kartının verilmesi isteminde bulunduğu, bu yazının 4.10.2011 tarihinde idareye ulaştığı, idare tarafından 3.11.2011 tarihindeyargı kararları ve Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 20. maddesi uyarınca davacının isteminin reddedilmesi üzerine bakılmakta olan davanın açılmış olduğu anlaşılmaktadır.
Dava konusu işlemin gerekçesi, yargının bir unsuru olan avukatların mesleğe yakışır bir kıyafetle ve başları açık olarak mahkemelerde görev yapmalarının gerektiği, Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 20. maddesinde belirtilen mahkeme kavramından sadece mahkemelerin değil, göreve bağlı işlerin yapıldığı mahkeme kalemi, icra müdürlükleri, Cumhuriyet savcılıkları gibi tüm resmi kurum ve kuruluşların anlaşılması gerektiği, avukatlık mesleğinin bir kamu hizmeti olduğu ve bu doğrultuda resmi kimlik hükmünde olan avukatlık kimliğinin tüm resmi makamlar önünde kullanılıyor olması nedeniyle, avukatlık mesleğini icra eden kişilerin ruhsatnameleri ve kimlik kartlarında bulunan fotoğraflarında mesleğin resmi kıyafetinin giyilmesi gerektiği ve kimlik kartları kişilerin tanınmasını sağlayan resmi belgeler olduğundan, kullanılan fotoğraflarda yüzün açıkça görünür ve tanınır olması gerektiği olguları karşısında avukatlık kimlik kartlarında başörtülü fotoğraf kullanılamayacağı şeklinde belirlenmiştir.
Dava konusu işlem, davacının bu işleme yönelik iptal istemi ve dava dilekçesinin içeriği birlikte değerlendirildiğinde; istemin, Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 20. maddesinde yer alan "başları açık" ibaresine yönelik olduğu kabul edilerek, bu maddenin diğer kısımları açısından inceleme ve değerlendirme yapılmayacaktır.
Avukatlık Kanunu ve Yönetmelikte yapılan düzenlemeler ile avukatların kimlik ve ruhsatnamelerine ilişkin kurallara yer verilirken bu belgelerin şekli ve niteliği belirlenmiş olup; anılan belgelerde kullanılacak fotoğraflara ilişkin bir belirleme yapılmamıştır. Bu düzenlemelerde; avukatlarca belirli yer ve zamanlarda giyilmesi gereken resmi kılıktan söz edilmiş ve bu kılığın da Türkiye Barolar Birliğince belirlenen ve avukatların mahkemeler veya belirli törenlerde üzerlerine giydikleri cübbe olduğu anlaşılmıştır. Buna mukabil, Yönetmelikte avukatların mesleki ve yargısal faaliyetleri sırasında Meslek Kurallarının 20. maddesine uygun davranmak zorunda oldukları yolunda atıf yapılmıştır.
Bu atıftan hareketle avukatlık kimliklerinin mesleğin ifasından bağımsız düşünülemeyeceği ve görevin bir parçası olması nedeniyle söz konusu maddenin avukatlık kimlikleri açısından da geçerli olacağı sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır.Bu nedenle, Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 20. maddesinde yer alan "başları açık" ibaresine yönelik dava konusu uyuşmazlığın bu açıklamaların ışığı altında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Dava konusu madde ile avukatlık mesleğinin bir serbest meslek olduğu hususu değerlendirilmeksizin sadece yürütülen hizmetin kamu hizmeti olduğundan bahisle kamu görevlilerinin uymakla yükümlü olduğu yürürlükteki mevzuat hükümleriyle getirilen kurallara benzer nitelikte bir uygulama yapılarak bu kurallar serbest meslek icra eden avukatlar açısından da geçerli hale getirilmiştir.
Yukarıda yer verilen kurallarda da belirlendiği şekli ile avukatlık, sunulan hizmet açısından bir kamu hizmeti; mesleki faaliyet olarak ise bir serbest meslektir. Bu bakımdan; mesleğin kendine özgü kuralları bulunduğundan avukatlık mesleği Anayasada yapılan kamu görevlisi tanımı içinde de değerlendirilmemektedir. Aksine bir yaklaşımla sadece yürütülen hizmetin kamu hizmeti olmasından hareketle kamu görevlilerinin tabi olduğu kurallara tabi kılınması mesleğin niteliği ve gerekleri ile örtüşmeyecektir.
Bir düzenleyici işlemin hiyerarşik olarak bağlı bulunduğu üst hukuk normlarında düzenlenen konuların, genel ve objektif kuralları açıkça içermesi gerekmektedir. Üst hukuk normlarında açık bir düzenlemeye yer verilmediği durumlarda bir hakkın kullanımının engellenmesi ya da kısıtlanması sonucunu doğuran bir başka düzenleme yapılması hukuken mümkün değildir.Anayasa ve tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmeler ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin ancak bu maddelerde belirlenen sebeplerin varlığı halinde özlerine dokunulmaksızın ve bu sebeplere dayalı olarak kanunla kısıtlanabilmesi mümkündür. Bu kısıtlamaların ise; Anayasanın özüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı yine Anayasada düzenlenmiştir.
Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere; dava konusu edilen maddede dayanağı Kanunda yer almayan bu ibareye yer verilmek suretiyle Kanunun amacını aşan nitelikte bir düzenleme yapılmıştır. Böylece dava konusu kural, dayanağıKanuna aykırı bir niteliğe dönüşmüştür.
Nitekim, dayanağı üst hukuk normunda bu konuda herhangi bir kısıtlama ya da engelleme bulunmadığı halde söz konusu maddede yer alan bu belirlemenin, Anayasa ve tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış olan çalışma hak ve özgürlüğünün ve yine bu düzenlemelerle güvence altına alınmış olan din ve vicdan özgürlüğüne bağlantılı olarak ihlal edilmesi sonucunu doğuracağı da açıktır.
Öte yandan; kimlik belgeleri kişilerin tanınmalarına yarayan resmi bir belge olduğundan kimliğe yapıştırılacak fotoğrafın da ilgililerin özelliklerini belirtecek nitelik taşıması, sahibinin kolayca tanınmasını sağlayacak şekilde olması gerekeceğinden tanınmayı zorlaştıracak başka hiçbir unsurun bulunmaması gerektiği de şüphesizdir.
Nitekim, Nüfus Hizmetleri Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmelikte, nüfus ve uluslararası aile cüzdanlarına yapıştırılacak fotoğrafların niteliği belirlenirken kadınların alın, çene ve yüzleri açık olmak şartıyla başörtüsüyle fotoğraf verebileceğine işaret edilmiştir. Böylece başörtülü olarak verilecek fotoğraf açısından da ölçüt bu şekilde ortaya konulmuştur.
Bu hali ile; Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 20. maddesinde yer alan "başları açık" ibaresi ile buna dayalı tesis edilen işlemin üst hukuk normlarına aykırı olması nedeniyle hukuka uygun olmadığı sonucuna varılmaktadır. Öte yandan, dava konusu işlemlerin uygulanması halinde telafisi güç ve imkansız zararların oluşacağı da açıktır.
Açıklanan nedenlerle; davacının, davalı idarenin avukat kimliklerinin yenilenmesine ilişkin kararı üzerine, avukatlık kimliğinin yenilenmesi istemiyle yaptığı başvurunun Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 20. maddesi uyarınca reddedilmesine ilişkin 3.11.2011 tarih ve 5620 sayılı Türkiye Barolar Birliği işleminin yürütmesinin durdurulmasına gerekçe yönünden oy çokluğu; bu işlemin dayanağı Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 20. maddesinde yer alan "başları açık" ibaresinin yürütmesinin durdurulmasına oyçokluğu ile; bu kararın tebliğini izleyen günden itibaren 7 ( yedi ) gün içerisinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'na itiraz yolu açık olmak üzere, 05.11.2012 gününde karar verildi.


Ü.Çankaya'ya verilen cevap:"özgürlükler kılıfı"
Taksimdeki ağaçların hakkı var ama baş örtülü vatandaşlarımızın avukat olma hakkı yok mu? Baş örtülü bir giyim tarzı ile çalışma (duruşma salonunda müvekkilin hakkını arama) hakkı yok. Neden? Duruşmanın düzenini ve devletin birlik ve bütünlüğünü dini inancı gereği örtünen bayanlarımız mı bozacak?
Asıl mesele bu zamana kadar belli görevlerde sadece belli bir siyasi görüşe sahip insanlar yer almışlardır. Artık başı örtülü Anadolu kadını avukat olmak istediğinde ona dur diyemeyenlerin savunduğu bir yasak olarak görüyorum baş örtüsü yasağını. Hiç bir kanunda yer almayan bu yasağın evrensel olduğu iddiası ise komedidir.
Ayrıca belirtmek isterim ki; Özgürlük, sadece belli kişilerin belli şeyleri yapması demek değildir. Herkes için genel geçer kuralları vardır. Mesela ifade özgürlüğü. Giyinme de bir ifade biçimidir. İnsanların kendini ifade etmesinden korkmamak gerektiği kanaatindeyim.
(A.A.Süren- Avukat)


Ü.Çankaya'ya verilen Cevap:Sayın Çankaya, malesef her zamanki gibi beni şaşırtmadınız. Konu kendiniz olunca insan hakları sözcüğü eksik olmuyor, ama kişinin en doğal hakkı olan kıyafet serbestliği olunca insan haklarını unutuveriyorsunuz. Ayrıca bizi bilgisizlikle suçlama konusundaki üslubunuzu sitenin değerli üyelerinin takdirine bırakıyorum. (B.Çevik-C.Savcısı)

Bu konudaki görüşlerimi 29.Nisan 2013 tarihinde Gazeteport'ta yazmıştım.Yine tekrarlıyorum; ''Son günlerde duruşmalara başörtüsü ile katılmak isteyen avukatlara ilişkin tartışmalar yükseldi. Bu konuda,avukatları salondan çıkartmak isteyen meslektaşlarım gibi düşünmüyorum. Zira;yargıç, avukatın amiri ve denetleyicisi değildir. Bu nedenle yargıç, duruşmaya gelen avukatın kıyafetini gerekçe göstererek duruşmayı yarıda kesmemelidir. Duruşmanın inzibatı ile avukatın kıyafetinin yönetmeliğe aykırı olması kavramı birbiriyle karıştırılmamalı. Elbette çıplak gelen taraf, salona alınmayacaktır, yada duruşma sırasında suç işleyen kişi salondan çıkartılacaktır. Ancak yargıç, baro yönetmeliklerinin denetleyicisi olmadığından, kıyafeti Barolar Birliği Yönetmeliğine uymadığını düşündüğü avukat ile ilgili tasarrufta bulunmamalıdır. Bu yetki, baro yönetimlerine aittir.
Avukatların davranışlarının mesleki etik kurallarına uygunluğunun denetimini yapmakla barolar görevli kılınmıştır. İstanbul Barosu’nun avukatlık ruhsatını başörtülü olarak verdiği avukatın,başörtülü olduğu gerekçesiyle duruşma salonuna alınmaması yanlış olacaktır. AİHM kararı da bu konuda yargıca yetki vermiyor. AİHM kararı üniversitelere başörtülü girişlerin yasaklanması ile ilgilidir. Bu konuda bile, meclisten çıkacak yasalar tersi bir kural getirse,yani başörtüsü üniversitede serbesttir dense, bu kurala karşı AİHM'e yapılacak karşı bir başvuru bile taraf sıfatı bulunulmaması nedeniyle esasa girilmeksizin reddedilir. Çünkü Avrupa Mahkemesi’ne başvuru, ancak haklar ihlal edildiğinde mümkündür. Başı örtülüye verilen hak, başı örtüsüzün hakkının ihlali niteliğinde değildir. Bir özgürlüğü savunurken, yeni yasaklar getirmek yanlış olur.''
Soruşturmalara gelince; 80 yıldır uygulanan bir kıyafet düzenlemesinin, herhangi bir düzenleyici işlem değişikliği bulunmadığı halde, birden bire ve fiilen değişmesine anlam veremeyip, uygulamayı sürdüren,bu konuda verilen Danıştay kararını ''mesleki kimliklere ilişkin bir karar'' olarak yorumlayan yargıcı, bu davranışı ile soruşturmak, bu ülkede hesaplaşmaların iktidarlar değiştikçe yargı üzerinden de sürdüğünü açıkça gösteriyor.
(N.H.Köse-Hakim)

Kadınların türbana dolanıp sarınıp özgürleştikleri dünyanının neresinde görülmüş de demokrasi diye bunun kadınlara yutturacaksınız.Lütfen bu mesele ile ilgili erkekler yazı yazmasın samimi değiller, eşleri vs "başımızı açmak istiyoruz artık" deseler tabi buyur özgür ve demokratik bir ülkedesin , hay hay diyebileceklermidir? ben inanmıyorum. (A.M.Altın -Hakim)

A.M.Altın'a Cevap:Sayın Altın, çok şükür sizin gibi düşünen hukukçuların sayısı çok az. (B.Çevik-C.Savcısı)

A.M.Altın'a Cevap:Aynur hanım,
Özgürlük kavramını; kişinin üstündekilerin azlığı ve fazlalığı üzerinden yorumlarsanız; o zaman en özgür kadınlar tangalı yada bikinili kadınlar mı oluyor?
Femen kızları da bu işin Nirvana'sına mı tekabül ediyor?
Yasak koyanlar erkek olunca işi cinsiyet tartışmasına getirmediğiniz halde, iş yasağa karşı koymaya gelince mi tartışanların erkek olduğunu hatırladınız? 
Taraftarlık güzel bir duygu; tezahürat yapıp rahatlarsın... ancak tutarlılığı pas geçmemek kaydıyla...
(A.Yaman-Yargıtay Üyesi)


Anlaşılan o ki, gücün borusu artık çok daha güçlü ve cüretkâr ötüyor.
Yalpalayanlar, esen güçlü rüzgâra daha da teslim olmuş durumdalar.
Güçlü rüzgarın etkisi altında yalpalama şiddeti artıkça, hangi ilkesel duruş ve mücadeleyi, nasıl ve ne derece etkin vereceklerini, kime karşı verebileceklerini doğrusu merak ediyorum.
Bazı arkadaşlarımız sağolsunlar, adliye ortasında avukatların sürüklenerek gözaltına alınması gibi "tarihsel bir talihsizliği" bir işgal gibi algılayıp eleştiriken, olayın bütün dünyanın gördüğü ve eleştirdiği yüzünü ise görmezden gelmeyi tercih etmiştir.
İnşallah Kürsü Hareketi böylesi basın bildirileri yayımlayarak da tarihe geçmez(!)
Çok açık ve tartışılmaz bir olgu yaşıyoruz: Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın vazgeçilmez ve değişmez temel ilkelerinden olan laiklik ilkesi, her gün biraz daha delik deşik edilen hedef tahtasına dönmüş vaziyettedir.
Daha öncesinde, Anayasa Mahkemesi'nin, Danıştay'ın Anayasal laiklik vurgusu taşıyan kararlarını yerden yere vuranlar,şimdi (eleştirilere de kulak tıkayıp) yargı kararı diyorlar başka da bir şey demiyorlar.
Danıştay'ın, "bayan avukatların meslek kimliklerindeki fotoğraflarının baş kapalı olup-olamayacağı" konusuna özgülenmiş davada, Yönetmeliğin "duruşma kıyafetini ilgilendiren maddesine de el atarak" konu dışı karar vermesi ise, gariptir ki pek kimseyi ilgilendirmemiştir.
Yine tüm olup bitenleri, baştan aşağı yargı dizaynının nasıl yapıldığı, bunun sonrasındaki değişim-dönüşümü kimse bilmiyormuş gibi rol kesilmeye de devam edilmiştir. Oysa o Anayasa Mahkemesi kararları ve Anayasa ise hala yerinde durmaktadır.
Şu adalet.org'u sanırım 13-14 yıldır takip ediyorum. Burada bile genel profilin ve öncesinde var olanların nasıl bir dönüşüm geçirdiğine hayretle, ibretle tanıklık ettik..
Olup olmadık her türden hukuki, sosyal, kültürel, felsefi vs düşünce ve görüşlerini, mutlaka dini referans ve argümanlara dayandıran, adeta başımıza allame-i ulama kesilen bu yoğunlukta yargıç-savcı kitlesi daha önce hiç olmamıştır.
Artık işi o noktaya getirdiler ki "kaşıyanı kaşırlar" söylemlerinde bulunulmakta ve bu söylemler alkışlarla karşılanmaktadır. Sanırım böyle giderse, pek yakında bizim gibi küffara(!) açıktan kılıç sallanmaya da başlanacaktır.
Seküler dünya görüşünün dile getirilmesi, savunulması artık ciddi bir sorun haline gelmiştir.
 Dayatmaların ve özgürlükler işgalinin toplumu nerelere getirdiği hala yeterince anlaşılmış değildir.
Bütün yaşanan tarihsel deneyimler, yüzlerce, binlerce defa kanıtlamıştır: Kutsal inanç ve değerler, her zaman en kolay ve nemalı siyasal, sosyal, ekonomik suistimal araçları olarak birilerince kullanılmıştır.
Nedense hep kutsal fetva, padişahın iradesine amede olmuştur.
Türkiye'de inançları yaşama sorunu genel olarak yoktur, çok daha belirgin ve baskın olarak aksi yöndeki düşünce ve kanaatleri yaşayamama sorunu vardır.
Başörtülü bayan avukat özgürlüğünün mutlak savunuluculuğu çerçevesinde şu soruların yanıtları açıkça verilmelidir:
-Siz hangi hukuk düzenini savunuyorsunuz? Seküler demokratik batı hukuk düzenini mu? Şer'i hukuku düzenini mi?
-Batı hukuk düzenlerinde, başörtülü avukata, yargıç, savcıya izin veren kaç ülke gösterilebilir?
-Avukatlara başörtü özgürlüğü savunulurken, bu özgürlüğün kapsamına örneğin çarşaf, peçe niye girmeyecektir? Onlar girmemeli diyorsanız kendinizle çelişmiyecek misiniz?
-Öte yandan bazılarının dini inançları gereği olarak erkeklerin de sarık,şalvar vs giyme taleplerine neden sessiz kalıyorsunuz?
-Bütün bunlar avukatların hakkıysa şayet, yargıçların neden hakkı olmayacakmış? başörütü yargıç talebiniz de varsa bunun da birlikte dile getirilmesi gerekmez mi?
-Başörtüsünün karşıtı bikini giyen bayan olmadığı halde niye böyle örnekler veriyorsunuz?
-Başörtüsünün dini bir mecburiyet olarak şart koşan devlet düzenlerinin hangisinin yargı sisteminde, kadına yer vardır, yer varsa hangi nitelik ve ölçüdedir?
O görüş sahiplerinin atlamadan bütün sorulara net birer yanıt vermesini ummak fazla safdilik mi olur acaba?(A.H.Yücesoy-Hakim)



A.H.Yücesoy'a Cevap:Ali Haydar bey,
Nedense bir takım takıntılı soruları hiç cevaplanmamış gibi ikide bir ortaya atıyorsunuz...Cevapları gelip istediğiniz formatta olmayınca da bir daha bakma gereği bile hissetmiyorsunuz...
Eğer bir uyuşmazlığı ortaya atıyorsanız, replik duplik safhalarına kadar götürmenizi tavsiye ederim...
Uyuşmazlığı müracaata bırakıp, nasıl olsa harçtan muaf diye ikide bir aynı iddialarla gündeme getirmeniz inanın bizi çok yordu...
Eğer "çıkmış sorular" bahsine okumuş olsaydınız sorduğunuz soruların bir çoğunun daha önceden gündeme getirildiği ve cevabını bulduğunu görecektiniz...
Ancak şunu diyebilirsiniz "hey sana sesleniyorum... arka sıradaki, cevabı senden istiyorum" diye başka birisini sözlüye kaldırdıysanız, lütfen ismen zikredin ki: ben hiç üzerime alınmamış olayım...Bu arada siz de "8 bilinmeyenli" soruyu tahtaya yazıp sınıfı terk ettikten bir ay sonra avdet edip; "geçen ay sorduğunuz soruların cevabı niye tahtada yer almıyor" diyen sert hoca tavırlarından vazgeçin isterseniz...
Hayır ben gerçekten bu soruların cevabını merak ediyorum derseniz bir şartla cevaplarım...Cevaba cevap dilekçisini de sunacaksınız yani layihalar teatisi tamamlanmadan ayrılmak yok... (A.Yaman - Yargıtay Üyesi)


Öncelikle Aydın Başar Bey ve Nuh Hüseyin Köse Beyin bu başlık altındaki paylaşımlarının yerinde bir tespit olduğunu ve kendilerine aynen katıldığımı belirtmek istiyorum. Tabi herkesin kendisine göre bir anlayış, yaşam tarzı, hayat felsefesi hatta siyasi bir düşüncesi vardır ve olması da gerekir. Biz hakimler ve savcılar olarak önemli olanın hayat felsefesini, siyasi düşüncelerini, kendi kabullerini mesleğine yansıtmaması, tüm bunlardan bağımsız olarak hukukun üstünlüğünü ve adaletin tarafsız gücünü ortaya koyması gerektiğini düşünüyorum. Esasen de bütün meslektaşlarımızın bu şekilde hareket etmektedirler. Bu başlık altında özgürlükler tarafında yazı yazan Aydın Başar ve Nuh Hüseyin Köse Beyleri eleştiren bir kaç yazıyı da ve özellikle Ali Haydar Yücesoyun yazısını okudum. Ben burada Aydın Bey veya Nuh Hüseyin Beyi savunacak konumda değilim ve zaten kendilerinin savunulmaya da ihtiyaçları yok. ali haydar Bey yazısında cevap vermeleri için bir takım sorular sormuş, sorunun muhatabı olduğunu düşünen kişiler bu sorulara cevap verirler vermezler onların bile bileceği bir şey. Ali Haydar Beyin yazısındaki bazı noktaları anlamadığımı veya yazı içeriğindeki bazı eleştirileri kendi içersinde yerli yerine oturtamadığımı belirtmek istiyorum. Ali Haydar Bey bazı sorular sorarak muhataplarından cevaplamalarını istemiş olduğundan bende aynı yöntemi kullanmak istedim. Bu meyanda kendisinin anlatmak istediğini tam olarak anlamak amacıyla yazısı ile ilgili olarak şu sorulara cevap verirlerse bizi aydınlatmış olurlar. Şimdiden teşekkür ederim.
1-Yazınızda "Bazı arkadaşlarımız sağolsunlar, adliye ortasında avukatların sürüklenerek gözaltına alınması gibi "tarihsel bir talihsizliği" bir işgal gibi algılayıp eleştiriken, olayın bütün dünyanın gördüğü ve eleştirdiği yüzünü ise görmezden gelmeyi tercih etmiştir." demişsiniz. Burada da avukatların kendi iradesi olmadan bir ortamdan uzaklaştırılmaları söz konusu ve siz bunu eleştirmişsiniz. Bazı avukatların şu yada bu gerekçe ile adliyeden uzaklaştırılmalarını eleştirirken sadece başörtülü olduğu gerekçesiyle bir avukatın duruşma salonundan uzaklaştırılmasını savunmak sizce kendi içersinde bir çelişkili değilmidir ?
2-Yazınızda "Olup olmadık her türden hukuki, sosyal, kültürel, felsefi vs düşünce ve görüşlerini, mutlaka dini referans ve argümanlara dayandıran, adeta başımıza allame-i ulama kesilen bu yoğunlukta yargıç-savcı kitlesi daha önce hiç olmamıştır." demişsiniz. Bu yazınız ile tam olarak neyi kasteddiğinizi anlamadığım gibi buradaki tespitlerinizin sizin dışınızdaki hakim ve savcıları küçümser ve onları hafife alan bir söylem olduğunu düşünüyormusunuz?
3- Yazınızda "Seküler dünya görüşünün dile getirilmesi, savunulması artık ciddi bir sorun haline gelmiştir.Dayatmaların ve özgürlükler işgalinin toplumu nerelere getirdiği hala yeterince anlaşılmış değildir" demişsiniz. Burada ciddi sorun ve dayatma haline geldiğinden bahsettiğiniz vakıaları ortaya koyan somut örnekleriniz var mıdır? Ayrıca işgal edildiğinden bahsettiğiniz özgürlüklerden kasteddiğiniz hangi özgürlüklerdir? Paylaşırsanız seviniriz ve öğreniriz.
4-Yazınızda "Türkiye'de inançları yaşama sorunu genel olarak yoktur, çok daha belirgin ve baskın olarak aksi yöndeki düşünce ve kanaatleri yaşayamama sorunu vardır." demişsiniz. Burada seküler olduğunu iddia eden kişiler, bir başkalarının dini inançlarını ve bu inançlarını yaşama sorunlarının olup olmadığını sorgulama hak ve yetkilerine sahip olmalılar mıdır? Sorgulama durumunda karşı bir fikir yada tez ortaya çıkacağından yapılacak bu tür sorgulamaların seküler kimlikteki kişilerin sekülerist yapılarına uygun düşmektemidir? Ayrıca ve son olarak 'daha çok belirgin ve baskın olarak aksi yöndeki düşünce ve kanaatleri yaşayamama sorunu vardır' derken, yaşayamama sorunu bulunduğunu belirttiğiniz düşünce ve kanaatler nelerdir? Acaba avukat meslektaşlarımızın başörtüsüyle duruşmalara alınmaması yönündeki bu tür uygulamalar sizin bahsettiğiniz yaşanmasına fırsat verilmeyen düşünce ve kanaatlerden biri olarak örnek gösterilebilir mi, gösterilemez ise neden gösterilemez? Teşekkürler. (A.İ.Çamurlu- Hakim)

17 Haziran 2013 Pazartesi

ANKARA ADLİYESİ

Bir yağmur sonrası Ankara Adliyesi.... "Adliyeye nur yağmış."

ÇAMLIBEL DAĞI

Tokat ellerinde, Çamlıbel dağında....

SARIŞIN

BİZİM BIZDIK

KABE

Karanlıktan nuraninin görüntüsü....

DEVRİM ŞEHİTLERİ OTOBÜSLER

-Ben demokrasi, özgürlük ve devrim için yandım be kardeşim, sen ne yaptın!
-Ben de seni yaktım bea...
-Puf, yanarım ben bu kafaya!....

ANKARA EGO OTOBÜSLERİ MANZARASI

Ankara'daki "demokrasi, özgürlük ve devrim"in kalıntıları....

Ho-Man (Hortlak Man)

"Gölgelerin" gücü adına!....

MEDENİYET DEDİĞİN TEK DİŞİ KALMIŞ CANAVAR

DEVRİM DEDİĞİN TEK GÖZÜ KALMIŞ CANAVAR!
 

ÖZGÜR AĞAÇ

Ağaçlar kökleriyle toprağa tutsak gibi göründüğünden, özgürlük ağaçlara değil; genelde özgürlüğün simgesi gökyüzünde, kanat çırpan kuşlara layık görülür.
Bu algıyı kıracak bir resim.... Çarşaf gibi, masmavi bir denizin içinde (aslında gölün), arkasında bulutlar ve gökyüzü, dağlar başını yaslayacağı bir yastık gibi yayılmış.....
İşte özgür ağaç.... Özgür insanlar için....

AĞAÇLI ŞİİR
ayaklarımı derin sularda serinletiyorum
başımı bulutlara yaslıyorum
kollarımı rüzgarlara açmışım
gözlerimi yüksek dağlara dikmişim
denizin her bir dalgasına sinmişim
yücelerden sahile inmişim
sanki dağın denizin bekçisi bir benmişim
kulağımı ulvi seslere açmışım
her nesneden her zerreden her mevceden
dostun kokusunu almışım
 
Ankara-Haziran 2013

GEZİ PARKI M(Z)AYTUNG HAPERLERİ

Zaytung haberleri çoğu kişinin malumudur. Yalan-yanlış haberlerle mizah yapmak… Buna nazire ben de Maytung haberleri ürettim.. Kimseyi kırmadan, mizahi olarak bazı şeyleri anlatmaya çalışacağım. Lütfen kimse kırılmasın, alınmasın, bunların HEPSİ YALAN HABER. Aklıma gelirse yine yazarım. İşte başlıyorum:

1- Gezi Parkı eylemcilerine bir destek de Bill Gates’den geldi. Türkiye’deki “demo-krasi”yi yeterli bulmayan eylemcilere sonuna kadar destek verdiğini söyleyen Gates, “ Şirketimiz beta-krasi adında yeni bir sürüm üzerinde çalışıyor. Yakında piyasaya sunacağız.” Dedi. Ayrıca 3 beta-krasi ürünü alana hediye olarak 1 tencere takımı sunacaklarının da müjdesini verdi.

2- Uzun zamandır basından uzak olarak suskunluğunu koruyan 7. Cumhurbaşkanı ve 12 Eylül’ün mimarı Kenan Evren’den eyleme destek geldi: “Dayan Gezi Parkı dayan, şartlar olgunlaşır olgunlaşmaz oradayız netekim!” dedi.

3- 28 Şubat sürecinde Sincan’da tankları yürüten askeri birlik, eyleme destek vermek amacıyla , düzenledikleri bir törenle, Sincan’da yürüttükleri tankları eylemcilere bağışladı. Tören sırasında konuşan Onbaşı Sefer “Komutanlarımız müsait olmadığından törene katılamadılar. Eylemci arkadaşlar bu tankları eriterek, ömürleri boyunca ihtiyaçları olan demokrasi tencere ve tavalarını elde edebilirler. Yalnız dikkat etsinler, balans ayarları bozuk.” Dedi.

4- Bu senenin Demokrasi ödülleri sahiplerini buldu. Ankara Kuğulu Park’ta düzenlenen törende, demokrasi onur ödülüne demokrasiye verdiği katkılardan dolayı Ereğli Demir-Çelik Fabrikası layık görülürken, en dibi tutmaz demokrasi ödülüne Tefal ve en sağlam demokrasi ödülüne Arçelik layık görüldü.

5- Eyleme bir destek de eski ABD Başkanı Bush’tan geldi. Bush verdiği demeçte “Bizim ülkemiz yıllardır savaşarak Vietnam, Irak ve Afganistan gibi yerlere demokrasiyi getirmiştir. Eylemciler de bizim gibi yaparak, nefret söylemleri ve kavgaları sonucunda Türkiye’ye barış ve demokrasiyi getireceklerine inanmaktayım.” Dedi.

6- Kaldırım ve parke taşlarını yerinden söken, araç ve binaları tahrip eden bir kısım eylemcilerin amaçlarının, tamamen çevresel duyarlılıktan kaynaklandığı ortaya çıktı. Bugün itibariyle binlerce fidanı söktükleri kaldırım ve parke taşlarının yerlerine diken eylemciler; binaları, yerlerine park yapılsın, araçları ise egzoslarıyla ağaçlara zarar vermesin diye tahrip ettiklerini açıkladılar.

7- Eylemlerdeki şiddetin, küfrün, hakaretin, tahribin sebebinin tamamen bir partinin provokatörlerinin işi olduğunu söyleyen bir eylemci, “Biz öyle şeyler yapacak kadar..........…………..biiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiip ………………………….. değiliz.” dedi.

8- Küfür ve hakaret etmeden, nefret söyleminde bulunmadan, kendi gibi düşünmeyen insanları tahrik etmeden, şiddete bulaşmadan eylem yapmakta temayüz eden eylemci Ceren, haftanın eylemcisi seçildi. Ceren’in ödülünü almaya velayeten annesi katıldı.

9- Gezi Parkı temsilcileri, geçtiğimiz günlerde hükümete bazı istekler sunmuştu. Aldığımız bilgilere göre, eylemci temsilcileri yeni isteklerde bulunmayı hedefliyorlar. Edindiğimiz yeni isteklerden bir kısmı ise şöyle:
• Maçlarda 3 korner 1 penaltı olsun.
• Alex Fenerbahçe’ye geri gelsin.
• Tüm dondurmalardan bedava çıksın.
• Seçimlerde eylemcilerin bir oyu 1000 oy değerinde sayılsın.

10- Kamboçya’nın balta girmemiş ormanlarında yaşayan Lcu kabilesinden Türk vatandaşlığına girmek için başvuruda bulunuldu. Totemleri Çapu önünde ayin yapan kabilenin ileri gelenleri “Türk halkı ile yakın bir bağımız oluştu. Bu bağı oluşturan değerli Başbakan ve eylemcilere teşekkür ediyoruz.” Dedi.

KENDİNİ KORUMA GÜDÜSÜ VE GEZİ EYLEMLERİ

                    Gereksiz tartışmalara mahal olmasın diye hemen belirteyim: Ben bir fikre karşı bu yazıyı yazıyorum. İşte başlıyorum:

                   Kendini koruma güdüsü insanda, hatta hayvanlarda en kuvvetli güdülerden biridir. Kendini koruma güdüsünü, kişinin bedensel ve ruhsal bütünlüğünü korumak için atağa kalkması olarak tanımlayabiliriz. Dıştan gelen saldırılara karşı güdü harekete geçer, tehlikeyi savuşturur ve şahsın normal hayatını sürdürmesini temin eder. Örneğin, uysal ve sakin kedi bir yere kıstırıldığında, bu güdünün neticesinde düşmanına saldırır, kaplan kesilir …
Kendini koruma güdüsü harekete geçtiğinde, insanda sinyaller çalmaya başlar, acil durum ilan edilir. Bu güdünün hareket geçmesiyle kişi artık olağanüstü hal ilan etmiştir ve olağan durumlardan çok farklı hareket etmeye başlar. Koruma güdüsü, gerçek bir tehlike karşısında meşru olarak kabul görür. Zaten tehlike savuşturulduktan sonra, kişi bu güdünün etkisinden çıkar ve olağan hayatını sürdürmeye devam eder.

                         Hukukta da bu güdüye yer verilmiştir. Evet, tahmin edebileceğiniz gibi: Meşru müdafaa… Meşru müdafaanın TCK açısından meşruiyetinin şartları neyse, bu güdünün neticesinde ortaya çıkacak sonuçların meşruiyetinin şartları da aynıdır. Meseleye tersinden bakacak olursak, yani TCK açısından meşru müdafaa sayılamayacak durumlar neyse, bu güdünün neticesinde ortaya çıkacak sonuçların meşru sayılamamasının şartları da aynıdır.

                      Gelelim konumuza. Osmanlı’nın mirasını alarak kurulan yeni Türk Cumhuriyet’iyle birlikte çok şeyler değişti, değiştirildi. Yenilikçi ve muhafazakar iki kesim vardı bu yeni ülkede. Yazar, bürokrat, doktor, asker vs olan yani okumuş kesimin büyük bir çoğunluğu yenilikçiliği savunurken, halk tabir ettiğimiz büyük ekseriyet de muhafazakar bir görüntüdeydi. Bu yenilikçi kesim, devletin muasır medeniyetlerden geri kalmasının en büyük sebebini, muhafazakar kesimin muhafaza ettiği değerler olarak görüyordu. Yenilikçi kesimin bir ön kabulü vardı: “Halk cahildir, ilkeldir, bağnazdır, yobazdır ve bu onların hayat anlayışlarının, yani fikirlerinin , köhne değerlerinin neticesidir. Biz bilgiliyiz, medeniyiz, ilericiyiz ve bu bizim hayat tarzımızın neticesidir.”Bu nedenle, öncelikle bu köhne değerlerden kurtularak ileriye, daha ileriye gidilmeliydi. Bu amaçla pek çoğu tepeden inme ve kanun zoruyla pek çok icraat yapıldı. O zamanın akil insanlarınca, topluma biçilen bu şablon halk tarafından çok da benimsenmedi. Görüntü yenilikçilerin istediği gibi oldu belki ama, vicdanlar bu şablonu reddediyordu. İstenilen görüntünün sağlanmasında demirden, tunçtan yumrukların etkisi de ayrı bir mevzu.

                           Yenilikçi kesimin ön kabülleriyle başlayan halktan uzaklaşma hareketi, destekçisi olanlara ve diğer nesillere de miras olarak kaldı. Şimdi tüm bu hareketlerle, toplumun bir kesimi, diğer bir kesimin aleyhinde kendi benliğine yeni özgürlükler zapdetti… Hani özgürlüklerin tanımında “Özgürlük, diğer kişinin özgürlüğünün başladığı yerde biter.” Şeklinde bir tanım var ya… İşte bu fikir yapısında olanlar, devletin de desteğiyle özgürlük alanlarını öyle bir genişlettiler ve bunu da öyle bir benimsediler ki…. Zaptedilenleri hayatlarının devamındaki vücut organları gibi görmeye başladılar. Ve bu durum senelerce devam etti, üzerinde bile konuşulmaz kesin bir hakikat halini aldı…

                          Vakta ki köprünün altından çok sular aktı… Dikilen fikir ağaçlarının meyveleri kendini gösterdi, ağacının çürük mü, sağlıklı mı olduğunu gören gözlere gösterdi…. Hayallerin köpükleri uçup, hakikat baki kaldı… Demirden, tunçtan yumruklar kırıldı…. Aydın denilenlerin karşısında münevverler belirdi… İftiralar, yalanlar feraset sahiplerince fark edildi… İşte o zaman “özgürlük” yeniden konuşulmaya başlandı. Meydanı zapdetmiş, kendini her şeyin hakiki sahibi görenler bu durumdan pek hoşlanmadı… Çünkü benliklerine bir saldırı vardı. Ancak şunu hiç düşünmediler/düşünemediler: Bu benlik ne kadar meşruydu! Yıllarca bu benliklerini meşru göstermek için “Aman bizi kesecekler, öldürecekler, yakıp yıkacaklar, zorla çarşafa sokacaklar, zorla şunu yapacaklar, bunu yapacaklar!” yalanlarının ortaya attılar. Yalanlarını ispatlamak için de pek çok oyun tezgâhladılar. Böylece kendi içlerinde hakikatperest, samimi ve mütehayyir insanları da aldattılar, pek çok zulümlerini hoş gösterdiler. Ama bu yalanlarını da artık devam ettiremiyorlar.

                       “Tehlikenin farkında mısınız” sloganları halen devam ediyor. İnsanların kendini koruma güdüsü tahrik edilerek acil durum ilan edildi. Olağanüstü duruma giren insanlarda yönetimi devralan koruma güdüsü, akıl ve mantığı bir kenara bıraktırıyor. Düşman olarak görülen taraftan ne söylense, tencere ve tavalar siper edilerek savuşturuluyor.

                       Son söz: En kötü hükümet, en iyi kaostan daha iyidir.

                      Saygılarımla. 17.06.2013 Av. Mustafa Ali ERDOST


Eylem Parkı karikatürleri

 Bu Gezi Parkı neymiş böyle.... Amma meşgul etti bizi! Biraz mizah katarak ne olduğunu anlamaya çalıştım.
 Haperler.... Heberler'e nazire olsun.