20 Haziran 2013 Perşembe

ÇAMLIBEL İLKOKULU

ÇAMLIBEL İLKOKULU VE BİNASI Pencereden bakıp okula giden arkadaşlarıma gıpta ile baktığımı hatırlıyorum. Ayhan, Turan, Oğuzhan... hepsi okula başlamışlardı. Ben yaşça bir yaş küçüktüm onlardan veya vücutça çok çelimsiz ve zayıf olmamdan göndermemişlerdi beni. Anne ve babamla bir gün Tokat Merkeze, anneme ayakkabı almaya gittiğimizi ve ayakkabıcının rafında asılı olan, üzerinde trafik işaretleri resimleri bulunan bir çantayı, babama zorla aldırdığımı da iyi hatırlıyorum... Okula göndersinler diye. Ama yine de kayıt etmemişlerdi beni.
Azmin elinden hiç bir şey kurtulamaz...O yıl, yani 1984'te, ablam 5. sınıfta okuyordu. Onunla beraber Sebati Hoca'ın 2. katta, merdivenlerin karşısındaki odasına giderek kayıt ettirmiştim kendimi. Nüfus cüzdanı falan yoktu, öyle beyanla kaydetmişlerdi. Sonra okula başladığım ilk gün, okulların açılmasından sonraki 2. hafta, o zamanlar gözüme çok büyük ve geniş görünen okulun hemen önündeki beton zeminli bahçede sıra olmuş ve içeri girmiştik. Ayakkabımı çıkarmaya çalışmıştım girerken, kimse çıkarmayınca şaşırarak ve biraz da korkarak içeri girmiştim.
Sebati Hoca’nın büyük, altın yüzüğünü hatırlıyorum. Çocukları döveceği zaman yüzüğün kaşını çevirir, tokatı patlatırdı. Sonraları onun bu hareketini, yüzüğünde iskelet resmi bulunan ve yumruk attığında hasımlarının yüzünde iskelet damgası çıkartan çizgi roman kahramanı Kızıl Maske’yle özdeşleştirirdim hep.
Okulun arkasındaki tuvaletleri hatırlıyorum. Sağdaki kapı erkekler, soldaki kızlar içindi. Bir veya iki defa gitmiştim o pis, susuz tuvaletlere… Tiksindiğimden… İhtiyaç olunca koşarak eve giderdim.
Yeni binanın yapıldığı zamanı hatırlıyorum. Kiremitlerini, odunlarını sıraya girip öğretmenlerin bize taşıttırdığını.
Bahçedeki kavak ve meyve ağaçlarını hatırlıyorum. Asker gibi dizilmiş, minare boyunda kavaklar.. Baharda meyvelerini daha hamken aşırdığımız elma ağaçları, kirazlar, erikler… Sonra okul yapılacak, lojman olacak diye kesmişlerdi güzelim ağaçları.
Ahmet Turan Ünver vardı, bizim sınıfı birden dörde kadar okutmuştu. Başına masaj yaptırırdı hep.. Bir de parmaklarını çektirip, çıtlattırırdı. Çok disiplinliydi, hepimizin ödü kopardı ondan. Herkese dayak atardı. En çok da Hacarif’e ve kamyon Recep’e. Bir gün masaya kaldırıp “Adını yaz!” demişti çocuğa. Hacarif, herkesin ona seslendiği gibi “Hacarif” yazmıştı tahtaya. Ardından da hocanın gazabına uğrayıp iyi bir dayak yemişti. O gün, Hacarif’le birlikte hepimiz öğrenmiştik öğretmenizden, Hacarif değilmiş aslında Hacarif’in adı, “Hacı Arif”miş.
Sonra Celal Hoca devralmıştı sınıfı, arada birkaç öğretmen de gelip gitmişti. Celal Hoca, Ahmet Ünver’in tam tersine, çok yumuşak, sevecen bir adamdı. Artık korkmadan parmak kaldırıp, bir şeyler söyleyebiliyorduk. Bir bayram günü evine gidip, onu yatağından kaldırarak elini öpmüştüm, o da çok duygulanıp bana zorla para vermişti.
Caminin çeşmesinde iki boru vardı, elimizi tutup, sıkıştırarak su püskürtürdük birbirimize… Ta hoca veya yaşlılardan biri bizi kovalayana kadar. Hafta sonları, okulu çevreleyen duvarın üzerinde dolaşırdık. Okulla tuvalet arasında mehlep ağaçları vardı. Meyvelerini yiyemezdik, acı olurdu. Ağaçların duvara yakın olanların dallarına, duvarın üzerine çıkarak atlardık. Tarzancılık oynardık böylece. Bahçedeki futbol maçlarımız doyumsuz olurdu. Gol krallığı yarışı yapmıştık senenin birinde. Ben ikinci, Turgay Çiçek birinci olmuştu.
Senenin ilk günlerini hatırlıyorum. Heyecanla bahçede kolkola dolaştığımızı.. Bir alt sınıflara “abi” olduğumuzu düşünerek sevindiğimizi.
Senelerce inşaat halinde kalan lojman ve yeni binanın, içine girerek oynadığımız oyunları hatırlıyorum. Ve daha pek çok şeyi…
Çocukluğumun beş senesi geçti o binada. Diğer yüzlerce çocuk gibi…
Eski, küçük, yuvarlak pencereli bina olarak görmeyin onu. Hayatımızın, şu an için ölmüş yüz binlerce hatıralarını, en büyük sergüzeştini temsil eden bir mezar taşıdır belki. Onların manevi büyük şehri üstünde kurulmuş, küçük bir işaret taşı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder