17 Haziran 2013 Pazartesi

KENDİNİ KORUMA GÜDÜSÜ VE GEZİ EYLEMLERİ

                    Gereksiz tartışmalara mahal olmasın diye hemen belirteyim: Ben bir fikre karşı bu yazıyı yazıyorum. İşte başlıyorum:

                   Kendini koruma güdüsü insanda, hatta hayvanlarda en kuvvetli güdülerden biridir. Kendini koruma güdüsünü, kişinin bedensel ve ruhsal bütünlüğünü korumak için atağa kalkması olarak tanımlayabiliriz. Dıştan gelen saldırılara karşı güdü harekete geçer, tehlikeyi savuşturur ve şahsın normal hayatını sürdürmesini temin eder. Örneğin, uysal ve sakin kedi bir yere kıstırıldığında, bu güdünün neticesinde düşmanına saldırır, kaplan kesilir …
Kendini koruma güdüsü harekete geçtiğinde, insanda sinyaller çalmaya başlar, acil durum ilan edilir. Bu güdünün hareket geçmesiyle kişi artık olağanüstü hal ilan etmiştir ve olağan durumlardan çok farklı hareket etmeye başlar. Koruma güdüsü, gerçek bir tehlike karşısında meşru olarak kabul görür. Zaten tehlike savuşturulduktan sonra, kişi bu güdünün etkisinden çıkar ve olağan hayatını sürdürmeye devam eder.

                         Hukukta da bu güdüye yer verilmiştir. Evet, tahmin edebileceğiniz gibi: Meşru müdafaa… Meşru müdafaanın TCK açısından meşruiyetinin şartları neyse, bu güdünün neticesinde ortaya çıkacak sonuçların meşruiyetinin şartları da aynıdır. Meseleye tersinden bakacak olursak, yani TCK açısından meşru müdafaa sayılamayacak durumlar neyse, bu güdünün neticesinde ortaya çıkacak sonuçların meşru sayılamamasının şartları da aynıdır.

                      Gelelim konumuza. Osmanlı’nın mirasını alarak kurulan yeni Türk Cumhuriyet’iyle birlikte çok şeyler değişti, değiştirildi. Yenilikçi ve muhafazakar iki kesim vardı bu yeni ülkede. Yazar, bürokrat, doktor, asker vs olan yani okumuş kesimin büyük bir çoğunluğu yenilikçiliği savunurken, halk tabir ettiğimiz büyük ekseriyet de muhafazakar bir görüntüdeydi. Bu yenilikçi kesim, devletin muasır medeniyetlerden geri kalmasının en büyük sebebini, muhafazakar kesimin muhafaza ettiği değerler olarak görüyordu. Yenilikçi kesimin bir ön kabulü vardı: “Halk cahildir, ilkeldir, bağnazdır, yobazdır ve bu onların hayat anlayışlarının, yani fikirlerinin , köhne değerlerinin neticesidir. Biz bilgiliyiz, medeniyiz, ilericiyiz ve bu bizim hayat tarzımızın neticesidir.”Bu nedenle, öncelikle bu köhne değerlerden kurtularak ileriye, daha ileriye gidilmeliydi. Bu amaçla pek çoğu tepeden inme ve kanun zoruyla pek çok icraat yapıldı. O zamanın akil insanlarınca, topluma biçilen bu şablon halk tarafından çok da benimsenmedi. Görüntü yenilikçilerin istediği gibi oldu belki ama, vicdanlar bu şablonu reddediyordu. İstenilen görüntünün sağlanmasında demirden, tunçtan yumrukların etkisi de ayrı bir mevzu.

                           Yenilikçi kesimin ön kabülleriyle başlayan halktan uzaklaşma hareketi, destekçisi olanlara ve diğer nesillere de miras olarak kaldı. Şimdi tüm bu hareketlerle, toplumun bir kesimi, diğer bir kesimin aleyhinde kendi benliğine yeni özgürlükler zapdetti… Hani özgürlüklerin tanımında “Özgürlük, diğer kişinin özgürlüğünün başladığı yerde biter.” Şeklinde bir tanım var ya… İşte bu fikir yapısında olanlar, devletin de desteğiyle özgürlük alanlarını öyle bir genişlettiler ve bunu da öyle bir benimsediler ki…. Zaptedilenleri hayatlarının devamındaki vücut organları gibi görmeye başladılar. Ve bu durum senelerce devam etti, üzerinde bile konuşulmaz kesin bir hakikat halini aldı…

                          Vakta ki köprünün altından çok sular aktı… Dikilen fikir ağaçlarının meyveleri kendini gösterdi, ağacının çürük mü, sağlıklı mı olduğunu gören gözlere gösterdi…. Hayallerin köpükleri uçup, hakikat baki kaldı… Demirden, tunçtan yumruklar kırıldı…. Aydın denilenlerin karşısında münevverler belirdi… İftiralar, yalanlar feraset sahiplerince fark edildi… İşte o zaman “özgürlük” yeniden konuşulmaya başlandı. Meydanı zapdetmiş, kendini her şeyin hakiki sahibi görenler bu durumdan pek hoşlanmadı… Çünkü benliklerine bir saldırı vardı. Ancak şunu hiç düşünmediler/düşünemediler: Bu benlik ne kadar meşruydu! Yıllarca bu benliklerini meşru göstermek için “Aman bizi kesecekler, öldürecekler, yakıp yıkacaklar, zorla çarşafa sokacaklar, zorla şunu yapacaklar, bunu yapacaklar!” yalanlarının ortaya attılar. Yalanlarını ispatlamak için de pek çok oyun tezgâhladılar. Böylece kendi içlerinde hakikatperest, samimi ve mütehayyir insanları da aldattılar, pek çok zulümlerini hoş gösterdiler. Ama bu yalanlarını da artık devam ettiremiyorlar.

                       “Tehlikenin farkında mısınız” sloganları halen devam ediyor. İnsanların kendini koruma güdüsü tahrik edilerek acil durum ilan edildi. Olağanüstü duruma giren insanlarda yönetimi devralan koruma güdüsü, akıl ve mantığı bir kenara bıraktırıyor. Düşman olarak görülen taraftan ne söylense, tencere ve tavalar siper edilerek savuşturuluyor.

                       Son söz: En kötü hükümet, en iyi kaostan daha iyidir.

                      Saygılarımla. 17.06.2013 Av. Mustafa Ali ERDOST


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder